ALMANYA’DA TÜRKÇE DERSLERİNİN ÖNEMİ VE GELECEĞİ

Önce, Türkçe’nin 60 sene içinde geçirdiği evrelere bir bakalım.
Almanya 20 milyona yakın göçmenin yaşadığı çok dilli ve çok kültürlü bir ülke halini almıştır. Günümüzde bile Almancaları yetersiz olan bu göçmenler kendi anadilleri ile iletişim kuruyorlar.
Almanya’da 3,2 milyondan fazla Türk yaşıyor. Yani 3,2 milyon insanın Almanya’da konuştuğu ikinci yabancı dil Türkçe’dir. Fakat bu sayı gün geçtikce azalıyor, yani bir çeşit erozyona uğruyor. Buna paralel olarak, Türk çocuklarının Türkçe derslerine katılımları da gün geçtikce azalıyor. Maalesef böyle giderse de günün birinde ana dilimiz Türkçe yok olmak tehlikesiyle karşı karşıyadır. Okullarda Türkçe derslerine katılımların azalma nedenlerini biraz sonra anlatmaya çalışacağım.

Ama biraz daha gerilere gidelim. Türklerin Almanya’ya gelmeleri genel olarak 60 lı yıllarda başladı. Biz onlara 1. nesil diyoruz. Bu insanlar Almanya’ya bir kaç sene için çalışmaya gelen ve günün birinde geri dönmeyi planlayan ‘’Gastarbeiter-Misafir işçi’’ lerdi. Burada yaşamayı ve burada kalmayı düşünmüyor, bir an önce para biriktirip geri dönmek istiyorlardı. Fakat bu düşünceleri çocukları dünyaya gelince değişime uğradı. Birinci neslin bir çoğu buradan emekli oldu, bir bölümü de buradan sosyal kasalara ödedikleri primlerini alarak Türkiye’ye kesin dönüş yaptılar. Bir kısmı da Hakkın rahmetine kavuştular. Şu anda 1.nesilden kalanlar da iyice yaşlanmış, çocuklarının veya torunlarının yanlarında yaşıyorlar. Sözün kısası, 1.nesil Almanya için kaybedilmiş bir nesildi. 1.nesil vatandaşlarımızın dil problemi ise Almancaydı. Yanlarına tercüman almadan hiç bir işlerini yapamıyorlardı. Çünkü, Almancaları yoktu. En küçük bir iş yeri bile açmaları mümkün değildi. Fakat evde konuşulan dil sadece Türkçe’ydi. 2.nesil çocuklar da Türkçe’yi evde anne, baba ve dedelerinden, okullarda da Türkçe derslerinden öğrendiler. 80 li, 90 lı yıllardaki Türkçe derslerini Alman hükümeti çok destekledi. Amaç, bu çocuklar nasıl olsa ülkelerine geri dönecekler, ülkelerine geri dönünce de dillerine yabancı kalmasınlar diye düşünülmüştü. Daha doğrusu onlar (Gastarbeiterkinder) misafir işçilerin çocuklarıydı. Fakat umulduğu gibi çıkmadı. 1.neslin çocukları, yani Türkiye doğumlu, 2.nesil çocuklar benim dönemimde okuttuğum çocuklardı. Ailelerinin diyalekleri ile, fakat güzel ve anlaşılan bir Türkçe ile bana geldiler. Bu çocuklar oldukça iyi Türkçe bilen, düzgün yazabilen, fakat Almanca’yı daha yeni yeni öğrenen çocuklardı. Almanca bilmedikleri kelimeleri onlara Türkçe olarak anlatırdım. Türkçe’ye seve seve geliyor, Türk sınıfından başka bir derse de gitmeyi hiç istemiyorlardı. Türkçe öğretmenleri onlarla Türkçe konuştuğundan- onlar da sevinç ve üzüntülerini rahatlıkla Türkçe anlattıklarından- Türk öğretmenlerini çok seviyorlardı. Bu durumda olan iki nesil yani 2. ve 3. nesil öğrencilerim oldu. Şu anda büyük anne, büyük baba olmuş öğrencilerimle, öğretmenliğimin en güzel dönemlerini -annesi veya babası benim öğrencilerim olan- işte bu öğrencilerimle yaşadım. Çünkü Türkçe derslerine girmelerinin en büyük sebebi anne ve babalarının çocuklarını Türkçe dersine gitmesini teşvik etmeleriydi. Evde Türkçe derslerinin yararları anne baba tarafından devamlı olarak çocuklarına anlatılıyordu. Veliler Türk öğretmenlerinin her zaman arkasındaydı.
Aslına bakılırsa, tüm bu kültür ve dil çakışmasını daha çok 2. nesil yaşadı. Çocuklar okulda ve sokakta konuşmaları ile, giyimleri ile bir kültür çakışması ile karşılaştılar. Alman çocuklarına benzemek, onlar gibi olmak istek ve çabasına düştüler. Evde Türk, okulda Alman gibi olmaya çalıştılarsa da, bunda da pek başarılı olamadılar. Bu kültür çatışmaları daha ziyade kız öğrencilerini etkiledi. Spor ve yüzme derslerine, sınıf ve okul gezilerine gönderilmediler. Bazı erkek öğrenciler kendilerini kanıtlatmak için okulda ve sokakta davranış bozuklukları sergilediler. Sözün kısası iki kültür arasında bocalayıp durdular. Türk çocukları kendi aralarında gruplaşarak suç bile işlediler. Bütün bu olayların ardında Türkçenin ve Türk kültürünün yeterince evde ve okullarda öğretilmediği kanıtlanmıştır.

2. nesli okutan Türkçe öğretmenlerinin rolü burada daha çok ortaya çıkıyor. 80li, 90lı yıllarda Türk öğretmenleri, velileri bir araya toplayan, onlarla -sınırlı olarak- içli dışlı olan, veliler tarafından sevilip sayılan, Türkçeyi ve Türk kültürünü sevdiren, veliler ile okul idaresi ve Alman öğretmenleri arasında iletişim kuran kimselerdi.
2.nesilin bir başka özelliğini daha görüyoruz: Başka bir ülke vatandaşı ile evlenmek ve yuva kurmak. Bu da kendine göre daha başka sorunlar getirdi. Örneğin: Dünyaya gelen 3.nesil çocuklar kimlik arayışına düştüler. Hangi ülkeye ve hangi kültüre ait olmak gibi, kimlik sorunları ortaya çıktı.
Ana dili Türkçe olan çocuklar az çok Türkçe öğrenebiliyorlar. Ana dili başka bir ülke dili olan çocuklar ise babalarının dili olan Türkçeyi öğrenemiyorlar, veya söyleneni anlayabiliyor, ama Türkçe cevap veremiyorlar.
Evimiz tam okul yolu üzerinde. Kapımızın önünden hergün onlarca Türk çocuğu gelip geçiyor. Bu çocuklar kendi aralarında bile Almanca konuşuyorlar. Bu Türk çocuklarının ağzından artık bir tek Türkçe kelime bile duymak mümkün değil.
Sonuç olarak eğer böyle giderse, gelecek 20 sene içinde Türkçe’nin artık hiç konuşulmayacağı ortaya çıkıyor. 3. neslin, artık -istisnalar hariç- ‘’Almanlaşmış ‘’ bir nesil olarak karşımıza çıkacağı görülüyor. Tabi ki bu çocuklar Almanca’yı öğrenecekler, tabi ki Almanca konuşacaklar ama, iş işten geçmeden, Almanca’nın yanında da kendi ana dillerini unutmamaları, en azından evdekiler ile olsun, arkadaşları ile olsun Türkçe konuşmaları gerektiğini bilmeleri lazım.
2. ve 3.nesil ile birlikte, 80li, 90lı yıllarda olmayan Türkçe ve Almanca’nın karıştırıldığı bir MİSCHSPRACHE – KARIŞIK DİL denilen yeni bir dilin de ortaya çıktığını görüyoruz. 20 yıl içinde görülen bu değişiklik, Türkçe’ye katılımlar azaldığı sürece, böyle giderse, 20 yıl sonra Türkçe’nin tamamen yok olacağının da bir işareti gibi görülüyor.

spacer

Leave a reply