1960 lı, 70 li yıllardaki öğretmen okullarında, köy öğretmenliği eğitimi verilirdi. O zamanlarda mezun olan bütün köy öğretmenleri, gittikleri köylere okuma yazmanın yanında „IŞIK“ da götürürlerdi. Bu ışıktan amaç, hem öğrencilerimizi eğitmek, hem de köylülerimizi de aydınlatmaktı. Yani o zamanki öğretmenler gittikleri her yeri aydınlatan birer ışıktı.
Benim de ilk görev yerim 1966 senesinde, doğuda bir dağ köyü idi. 19 yaşındaydım o zamanlar, öğretmen olarak köyüme gittiğimde. Tek öğretmenli okulumda, birinci sınıftan, beşinci sınıfa kadar tüm öğrencilerle birlikte ders yapardık. Meslek hayatımın en önemli ve unutulmaz deneyimlerini o köyde edindim.
Aradan uzun yıllar geçti ve 70 li yıllarda Türk işçilerinin Almanya macerası başladı.
Ben ve benim dönemimdeki Türkçe öğretmenleri, Almanya’ya „Gastarbeiter“ yani misafir işçi olarak gelenlerin ikinci ve üçüncü nesil çocuklarına öğretmenlik yaptık.
Bizlerin görevimiz artık bitti ama, bizim yetiştirdiğimiz genç nesiller şu anda vatanına, milletine, diline, dinine, kültürüne, bayrağına bağlı olarak yaşıyorlar.
Bizlerin dönemindeki öğrencilerimizin bir çoğu, şu anda anne, baba ve hatta büyük anne, büyük baba oldular. Çoğunun saçları bembeyaz, bazılarını tanımakta bile güçlük çekiyoruz. Birinci sınıftan okuttuğum bir kaç öğrencim, hakkın rahmetine kavuştu bile…
Siz; genç öğretmenlerimiz. Bu dördüncü nesile hizmet veriyorsunuz. Onların gelecekleri tamamen sizlerin ve ailelerinin vereceği eğitime bağlı. Onlar sizlere emanet. Onlara sahip çıkın. Dinlerine, dillerine, vatanlarına, örf adet ve kültürümüze bağlı kalsınlar. Ancak şunu da unutmayalım: Türkçe dersleri sadece Türk öğretmenlerimiz tarafından okullarda verilmelidir.
Siz; genç anne babalar. En kıymetli varlıklarınız olan evlatlarınızı mutlaka Türkçe derslerine gönderiniz. Güzel dilimizi, yurdumuzu, tarihimizi, örf adet ve kültürümüzü öğrenmelerine yardımcı olunuz. Türk öğretmenlerimiz ile yakın ilişkiler içinde hep birlikte etkinlikler yapınız. Sözün kısası, çocuklarınızı Türkçe derslerine göndermek suretiyle güzel dilimizi öğrenmelerine destek olunuz.
ALMANYA’DA ÖĞRETMENLİK yapmak, Türkiye’de öğretmenlik yapmaya hiç benzemiyor. Burada öğretmenlik yapmak, -öğretmenine göre- hem çok zor, hem de çok kolay… Derse girmek isteğe bağlı.
Böyle olunca da, Almanya’daki öğretmenlik, öğretmenin el becerisine, zekasına ve bilgisine bağlı olarak, aynı zamanda da, insan sevgisine dayanan sanatsal bir meslek halini almıştır. Türkiye’de çocuklar Türkçe dersine isteseler de istemeseler de mecburen girmek zorundadırlar. Derslere girmemek veya öğretmeni beğenmemek gibi bir lüksleri yok. Hiç bir zaman da olmamıştır zaten. Özellikle Türkçesi zayıf olan öğrenci sınıfta kalır. Sınavlarda başarılı olursa bir üst sınıfa geçer.
Peki, ya burada nasıl oluyor…?
Burada ise öğrenci ve hatta öğrenci velisi eğer öğretmeni beğenmiyorsa veya öğrenci öğretmenini sevmiyorsa, veliler sudan bahanelerle çocuklarını Türkçe dersine göndermiyor. Maalesef buradaki öğrencilerin böyle bir lüksü ve ayrıcalığı var.
Geçen on sene içinde Almanya’da Türkçe öğretmenliği yapmak daha da zorlaştı. Bunu hepimiz biliyoruz. Her eyaletin Türkçe derslerine bakış açısı çok farklı. Hatta aynı eyalet içindeki okullar bile çok farklılıklar gösteriyor. Türkçe dersleri çeşitli sebeplerle öğlenden sonralara alındı. Bir çok öğretmenimizin kendilerine ait bir sınıfı yok. Boş buldukları bir sınıfta derslerini vermeye çalışıyorlar. Aynı sınıftaki diğer öğrenciler zil çalınca evlerine giderken, Türk öğrenciler ise okuldan sonra Türkçe derslerine girdikleri için, öğrenciler ve veliler bunu bahane ederek çocuklarını Türkçe derslerinden çıkartmaya başladılar. Böylece derslere giren öğrencilerin sayısında çok azalmalar oldu. Okul idareleri velilerden çocuklarının Türkçe derslerine girebilmesi için bir yıl geçerli olan imzalı bir belge isteyince, öğretmenlerimiz, öğrenci sayısını arttırmak ve Türkçe derslerini devam ettirebilmek için velilerden imza toplamaya başladılar. Burada hemen şunu da ilave edelim. Çocuklarımızın geleceği ancak çok dillilikle mümkündür. Atalarımızın ,,BÍR LÍSAN, BÍR ÍNSAN,, sözü boşa söylenmemiştir. Bir çok öğrencimiz Almancayı, İngilizceyi çok güzel konuşuyorlar. Neden ana dilimiz olan Türkçemizi de güzel konuşmasınlar? Bir insanın kendi anadilini doğru ve iyi konuşabilmesi kadar güzel ne olabilir ki? Anne ve babaların bu konuda çok hassasiyet göstermeleri gerekmektedir. Türk ve Alman öğretmenleri ile çok sık olmasa da görüşmeli, çocukları hakkında bilgi edinmelidir.
Unutmayalım ki, iyi bir okul eğitiminin ve başarının temelinde ÖĞRETMEN, ÖĞRENCİ, VELİ ve OKUL ilişkisi vardır.